viernes, 12 de julio de 2013

Başsız ve bahtsız İslam coğrafyasının ilacı?

Abdülhamit Bilici
Rahmet ayı Ramazan’ı coşkuyla yaşıyoruz. Maşallah camiler lebaleb dolu. Dillerde Kur’an ve dua. İnsanlar bir mukabeleden diğerine koşuyor. Ülkemizde ve İslam dünyasında milyonlar oruçlu. Tavaf’a koşan müminler, Beytullah’a sığmıyor.
Ama bu parlak tabloya hiç uymayan, yürek yakan bir halde İslam coğrafyası. Bir zamanlar görkemli Emevi devletinin merkezi Suriye’de, 2 yıldır insanlar vahşice boğazlanıyor. Şehirlere füze atılıyor. Mabed ve türbeler tank, uçak bombardımanı altında. Sözde, İslam’ın bayraktarlığını yapan İran rejimi ve Hizbullah, zalimle saf tutmuş mazlum kanı akıtmakta.
İlim, sanat ve düşüncede Müslümanların en parlak dönemini yaşadığı Abbasilere ev sahipliği yapan Irak’ın durumu farklı değil. Her gün yeni intihar saldırıları ve yüzlerce ölü haberleri çoktan rutin olmuş. Hoşgörü sembolü Mevlânâ’nın memleketi Afganistan kaosta. Bir zamanlar Taç Mahal’i inşa eden Babürlerin ülkesi Pakistan, kan revan. İsrail işgalinin ağır faturası yetmiyormuş gibi Filistin’in evlatları, parçalanmış topraklarını bir de aralarında bölmüş durumda. Özgürlük yoluna yeni adım atan Mısır, halkın bir kesiminin ve İslam dünyasının bir kısmının ölümcül alkışları arasında yediği darbeyle perişan.
Bu kaotik coğrafyanın biricik umudu ülkemizde de istikrarı her an dinamitleyecek riskler hâlâ diri. Vesayetçi, kan emici odakların tehdit ve şantajları karşısında bile dostu düşmanı ayırmakta zorlanan, samimi ikazda bulunanların ötekileştirilip taciz edildiği, istişarenin bereketinden mahrum bir hava var.
Müslümanların yeniden dünya dengelerindeki yerini almasını istemeyenlerin bitmeyen oyunlarını saymak gereksiz. Zira İslam dünyası onlara ihtiyaç duymadan birbirinin kuyusunu kazmakta çok mahir. Medeniyetimizin yaşadığı bu iç kriz, dış saldırılardan daha feci. Irak’taki işgalde 100 bin kişi öldüyse iç savaşta ölenlerin sayısı 700 binden fazla. Ölenin de öldürenin de kıblesi aynı.
Tarihte de böyleydi. En büyük düşmanlarıyla baş eden Müslüman devletler, değerlerinden uzaklaşarak kendini yenileyememenin tetiklediği zafiyetler yüzünden çöktü. Emevileri, Abbasileri, Endülüs’ü, Selçuklu’yu, Osmanlı’yı çökerten bu iç hastalıklardı. İç çürümenin yıkıcı etkisi, işgal, savaş gibi dış saldırılardan büyük oldu. Savaşlarda belki çok insanımız şehit düştü, şehirler tahrip oldu, geçici acılar yaşandı. Ama kültürel, tarihî, dinî değerler asıl darbeyi içteki başkalaşmadan aldı.
Dıştan gelen darbe, kolun/bacağın kırılması gibidir. Basit tedavilerle iyileşir. İyileşmese de bununla yaşanır. Ama iç darbe, kanser gibidir. Vücut sapasağlam görünse de bu virüsü kaptı mı işi biter. İçten hastalanmış İslam dünyasının, haricî tedaviyle iyileşeceğini sanmak, pansuman ve iyi yemeklerle kanseri tedavi etmeye çalışmak kadar beyhude. İthal tedavilere rağmen İslam dünyasının her köşesinden yükselen feryatlar bunu göstermiyor mu?
Başsız ve bahtsız koca coğrafyada bugün yaşanan sıkıntılar, aslında birbirine eş değerde olan, Allah’ın şer’i ve tekvini kanunlarına uymamanın cezası. Kur’an açıkça bunu haber veriyor: “Bir millet kendi güzel ahlâk ve meziyetlerini değiştirmedikçe Allah da onlara verdiği nimeti, güzel durumu değiştirmez.” (Enfal, 53)
Demek ki, Müslümanlar için en ciddi tehlike, özden uzaklaşma, kendi değerlerine yabancılaşma. Dili, dini, rengi ne olursa olsun insana saygı başta olmak üzere birçok değeri kendisine öğreten Allah ve Peygamber’e yabancılaşanların, Müslümanlara da dünyaya da sunacağı bir şey yok. Köyümüz, kentimiz, şarkımız, örfümüz, ruhumuz diye diye sürekli bizi biz yapan değerlere vurgu yapan Fethullah Gülen Hocaefendi’nin bu konudaki uyarısı önemli: “Böyle bir deformasyon, nimetlerin bütün bütün kesilmesine, hem insanların hem toplumun İlahî azaba uğramasına sebebiyet verebilir.”
Çare ise yaşadığımız bunca elim hadiseleri ihtar kabul edip, kendi değerlerimizle barışmak. Çoraklaşan maneviyatımızı ve kaotik dünyamızı, Kur’an ve Peygamber ahlakıyla tamire başlamak. Allah/insan, madde/mana, dünya/ukba arasında kaybettiğimiz dengeyi, dürüstlüğü, özgürlüğü, insan ve doğaya saygıyı, irfanı yeniden keşfetmek.  

İsterseniz, her birimiz ve tüm İslam dünyası, Peygamberimiz’in (sas) bize önerdiği şu 9 ahlak ilkesi ışığında kendimize bakıp, ne kadar Müslüman’ız karar verelim: Gizli açık her yerde Allah’a saygılı ol. Sakin halinde de öfke anında da doğruyu söyle. Zengin de fakir de olsan israf etme. Sana zulmedeni affet. Sana gelmeyene git. Sana vermeyene ver. Konuşman zikir; susman tefekkür; bakışın ibret için olsun.

No hay comentarios:

Publicar un comentario