Devrim nedir?
Tunus'la başlayan ve Mısır'da devam eden toplumsal hareketlerin devrim olup olmadığı sorusu bugünlerde herkesin tasası haline gelmiş durumda. Belki Müslüman veya Arap toplumlarına bütün metafizik çağrışımlarıyla birlikte büyük harfli "Devrim"i kimse yakıştırmıyordur. Müslüman toplumlarda devrimler değil saraylarında idareci değişiklikleri olur yönündeki meşhur Oryantalist klişe yeniden hatırlanıyor ve dillendiriliyor. Oysa belki de işe Michel Foucault'nun batıda gerçekleşen devrimler için bile sorduğu sorudan başlamak gerekiyor: "Bir Devrim nedir?" Devrimden beklenti nedir ve Batıdaki devrimler gerçekten neyi ne kadar değiştirmiştir?
Fransız Devrimi, Sanayi Devrimi, Sovyet Devrimi Avrupa'da neyi değiştirdiyse orta Doğu'daki Devrim dalgaları da mutlaka o kadar şey değiştirecek görünüyor. Değiştireceği şey insanın tabiatı olmayacaktır. Kadın ve erkeğin tabiatı olmayacaktır. Birilerinin ütopik beklentilerini bir günden bir güne gerçekleştirecek de değildir. Devrime herkes başka bir anlam ve beklenti atfediyor olabilir. Bu kaçınılmaz bir durumdur. Devrim zaten birbirinden çok farklı beklentilerin hepsini bir noktaya celp edebilen bir büyük cereyana tabi bir süreçtir. Bu anlamıyla Mısır'da gerçekleşmekte olan Devrim'in garip bir biçimde hiçbir planlayıcısının olmadığı gerçeği Devrimin hiçbir partiye, gruba veya belirli bir aktöre mal edilemeyen bir toplumsal tabiat olayı şeklinde tezahür etmesi aslında bütün siyasi aktörlerin veya toplum mühendislerinin üzerinde ibretle duracakları bir konudur.
Mısır'da kim ne derse desin ne ABD'nin ne İsrail'in ne Mısır derin devletinin ne de hatta bugün devrim sürecinde yer almakta olan (başta İhvan, Baradey veya Kifaye hareketleri olmak üzere) hiçbir aktörün tek başına süreci kontrol edemiyor olduklarını görmek gerekiyor. Buna rağmen Devrim büyük harfli keyfiyetiyle cereyan ediyor ve bu saatten sonra Orta Doğu halkları üzerindeki bütün etkisiyle birlikte rolünü oynamaya devam edecektir.
Kuşkusuz Devrim'in bu öznesiz niteliği, siyasi aktörlerin siyasi duruşlarının hiçbir anlamı ve etkisinin olmadığı anlamına gelmiyor. Aksine bu Devrim bütün bu hareketlerin şimdiye kadar besledikleri tutum ve duyguların birbirine eklemlenerek oluşturduğu bir birikimin sonucu olmuştur. Devrimin başından itibaren ABD'nin tutumunu defalarca değiştirmek durumunda kaldığına dikkat etmek gerekiyor. Bu da Devrim dalgalarının ne kadar öngörülemez ve kestirilemez olduğunu gösteriyor. Bu Devrim her şeyden önce insanın her şeyi kontrol edebileceğine dair duyduğu kibre karşı ibretlik bir ders olarak tarihe geçecektir. İçerdiği başka dersleri de günübirlik öğrenmeye devam edeceğiz.
* * *
İKTİDAR MÜCADELESİ VE DEMOKRASİ VEYA YAZAR VE ÜSLUBU
Perşembe günü yazılarımı sürekli okuduğunu bildiğim bir arkadaşımdan aldığım bir telefon bana o gün yayımlanan yazımı üslubuma ve çizgime yakıştıramadığını dolayı anlatıyordu. Bir yanlışının olduğunu benim yazı günümün Cumartesi ve Pazartesi olduğunu söylediysem de arkadaş ısrar edince gazeteye bakma ihtiyacı duydum.
Tahmin ettiğim gibi sevgili Yasin Doğan'ın yazısının yerinde benim klişem vardı. Okuyucular cephesinden sıkça karşılaştığım bu karıştırma bu sefer bizim gazete tarafından yapılmış, olsun, düzeltilir, kendimizi birbirimizden çok kalın çizgilerle temyiz etmeyi gerektirecek bir durum yok. Nitekim dün Doğan'ın köşesinde bir açıklamayla düzeltildi, internet sayfasında da durum düzeltildi. Sorun yok. Ama bu vesileyle bu yazı üzerine izlenimlerini aktaranlardan dolayı bir yazar üslubunun veya çizgisinin okuyucu ile arasında nasıl bir aşinalık oluşturmuş olduğunu görmüş olmaktan dolayı ufak çaplı bir mutluluk yaşadığımı da belirtmeden geçmeyeyim. Okuyucu kimi okuyorsa ondan bir şeyler de bekliyor. Beklemediği bir tutumla karşılaştığında zorluyor yönlendiriyor veya terk ediyor. Her yazar kendi okuyucusunu bir şekilde çekiyor, belki oluşturuyor, okuyucunun beklentileri de yazarın üzerinde ciddi bir baskı oluşturuyor. Bu baskı hiç de sağlıksız bir baskı sayılmaz. Yazarın tabii ki tek mikyası değildir ama önemli dikkat alanlarından biridir.
Hem bulunduğu mevkiden dolayı hem de kendine has üslubundan dolayı yazılarını benim de her zaman dikkatle okuduğum yazarlardandır Yasin Doğan. Herkes gibi katıldığım katılmadığım birçok yazısı olmuştur. Ama şimdiye kadar hiç kendisiyle bir tartışmaya girmiş değilim. Hazır yazısı sehven de olsa benim imzam ve klişem altında yayımlanmışken yazısını daha bir dikkatle okudum ve yazısında söylediği en azından bir noktaya takılmadan geçemedim. Takıldığım cümlesi şu: "CHP demokratikleşme mücadelesi vermiyor, iktidar mücadelesi veriyor. CHP'nin çağrısı 'Türkiye'yi demokratikleştirelim' mantığına değil, 'sen kalk ben oturayım' mantığına dayanıyor."
Doğrusu CHP'nin şu ana kadar Türkiye'yi demokratikleştirme gibi bir iddiaya ısrarla ve ağırlıklı bir söylem olarak sarıldığını herkes gibi ben de hatırlamıyorum. Dolayısıyla CHP'nin ülkeyi demokratikleşme konusunda son zamanlarda sergilediği performans kendisiyle gayet tutarlı bir performans. Ancak bu performansa rağmen CHP'nin açılan demokratik zeminde bir iktidar mücadelesine daha fazla odaklanmış olmasında da yadırganacak bir şey bulamıyorum. Siyaseti herkes daha fazla demokratikleşmek için yapmak zorunda değil. Kimi bunu sadece kendi etnik, sınıfsal veya dinsel çıkarlarını veya iktidarını geliştirmek üzere yapar, kimi de sadece demokratikleşme için yapar. Kim ne için yapıyorsa kendi ödülünü de bir şekilde beklediği yerden alır.
Ayrıca demokrasi iktidar mücadelesini ayıplamaya da yer bırakmayan bir rejim. Demokrasi zemininde bütün mücadelenin özü daha fazla iktidardır. Kimseden demokrasi mücadelesini sadece hayır hasenat için yapması beklenemez. Bir yandan demokrasi mücadelesinin içine iktidar talebi girer, bir yandan da iktidar mücadelesi demokratikleşmenin zeminini güçlendirir. Yeter ki iktidar mücadelesi demokratik zemini yok etme pahasına her türlü ahlak dışı yönteme başvurmayı da içeriyor olmasın.
No hay comentarios:
Publicar un comentario