domingo, 6 de febrero de 2011

ABD'yi korkutan radikal İslam değil, bağımsızlık

ABD'yi korkutan radikal İslam değil
'ABD'yi korkutan radikal İslam değil, bağımsızlık.'



Arap dünyası yangın yeri. El-Cezire, geçen hafta batılı müttefikler, tüm bölgede, “hızla etkilerini kaybediyor” diye geçti. Şok dalgası batı-destekli diktatörü alaşağı ettiği Tunus’taki dramatik ayaklanma ile başladı. Özellikle Mısır’daki yankısı, göstericilerin diktatörünün zalim/hayvani polis gücünü alt etmesine yol açtı.

Gözlemciler Rus nüfuz alanlarındaki 1989 devrilmeleriyle karşılaştırıyor ancak önemli farklar var. En önemlisi, büyük güçler içinde Arap diktatörleri destekleyecek bir Mihail Gorbaçov yok. Aksine, Washington ve müttefikleri, demokrasi ancak stratejik ve ekonomik amaçlara uygunsa kabul edilebilir köklü prensibe sadıklar: düşman bölgesinde tamam (bir yere kadar), fakat arka bahçemizde değil, lütfen, ta ki uygun şekilde terbiye edilene kadar.

Bu karşılaştırmaların bazısının geçerliliği var: Tabiiyet savunulmayıncaya dek Washington’un Doğu Avrupa diktatörlerinin en habisi/fasidi Nikolay Çavuşesku’ya desteğini sürdürdüğü Romanya. Ardından Washington onun devrilmesini selamladı, tüm geçmiş silindi. Bu standart bir model/kalıptır: Ferdinand Marcos, Jean-Claude Duvalier, Chun Doo-hwan, Suharto ve birçok işe yarar gangster. Münasip patikadan çok fazla sapmayacak ardıl/halef rejimi garantiye alacak çabalarla birlikte Hüsnü Mübarek’te olay bu şekilde seyretmekte olabilir. Hâlihazırdaki umut Mısır’ın başkan yardımcılığına atanan sadık Mübarekçi General Ömer Süleyman. Uzun zaman istihbarat başkanlığı yapan Süleyman, diktatörün kendisi kadar ayaklanan halk tarafından tahkir ediliyor.

Üstadlar arasındaki ortak bir çekince, radikal İslam’ın, pragmatik/faydacı/edimsel zeminlerde, demokrasi karşıtı olmayı (isteksiz) zorunlu kılmasıdır. Bazı faydaları olsa da, bu biçimlendirme yanıltıcıdır. En büyük tehdit her zaman bağımsızlık olmuştur. ABD ve müttefikleri düzenli şekilde radikal İslamcıları desteklemiştir, bazen laik milliyetçiliği / ulusalcılık tehdidini engellemek için.

Bilindik bir örnek Suudi Arabistan’dır, radikal İslam’ın (ve İslami terörün!) ideolojik merkezi. Uzun liste içerisinde diğer bir isim, Pakistan diktatörlerinin en zalimi ve Başkan Reagan’ın gözdesi, radikal İslamcılaştırma programı yürüten (Suudi fonlarıyla/desteği ile) Ziya ül-Hak’tır.

Eskinin Ürdün bürokratı/yetkilisi ve şimdinin Carneige Vakfı’nın Orta Doğu araştırmaları Direktörü Mervan Muaşer “Arap dünyasının içinde ve dışında öne sürülen geleneksel argüman her şeyin kontrol altında ve yolunda olduğu”dur diyor ve devam ediyor: “Bu düşünce şekli ile, köklü/sabit/tahkim güçler, reform çağrısı yapan muhaliflerin ve dışarıdakilerin/aykırıların, olay yerindeki şartları abarttıklarını öne sürer”.

Bu nedenle halk yok sayılabilir. Bu doktrinin çok eski zamanlara gider ve dünya geneline yayılmıştır, Amerika toprakları dâhil. Ayaklanma gibi olaylarda, yeniden kontrolü sağlayacak bir göz ile taktiksel sapmalar gerekli olabilir.

Ailesi/aşireti rüşvetçilikten dolayı nefret edilen diktatör tarafından yönetilen Tunus’taki canlı/enerjik demokrasi hareketi, “çok az ifade ya da toplantı özgürlüğü ve ciddi insan hakları ihlalleri olan bir polis devletine” karşıydı. WikiLeak’in açıkladığı Haziran 2009’daki yazışmalarda büyükelçi Robert Godec böyle söylüyordu.

Bu nedenle, bazı gözlemcilere göre WikiLeaks “belgelerinin Amerikan kamuoyunda bürokratların görev başında uyumadıklarına dair rahatlaması gerektiği” yönünde. Gerçekten de, belgeler ABD politikalarını o kadar destekler şekilde ki sanki Obama’nın kendisi sızdırmış (en azından Jacob Heilbrunn Ulusal Çıkar’da (The National Interest) böyle yazıyor)

Financial Times’daki “Amerika Assange madalya vermeli” manşeti altında Gideon Rachman, “Amerikan dış politikası prensipli, zeki ve pragmatik/faydacı izlenimi veriyor… Herhangi bir konu ile ilgili olarak ABD’nin aldığı kamuoyu pozisyonu genelde öz(n)el pozisyon oluyor”.

Bu görüşe göre, WikiLeaks, Washington’un ilan ettiği saygın amil/güdüleri sorgulayan “komplo teoricileri”nin de elini zayıflatıyor.

Godec’in gizli belgeleri bu yorumları destekler şekilde, en azından fazla deşmezsek. Eğer deşersek, Foreign Policy in Focus’taki dış politika analisti Stephen Zunes’un ortaya koyduğu gibi, Godec’in bilgisi yanında, Washington’un Tunus’a 12 milyon dolar yardım yaptığını görürüz. Şansa bak, Tunus beş imtiyazlıdan biri: İsrail (düzenli); iki Orta Doğu diktatörlüğü (Mısır ve Ürdün); ve uzun zamandır en kötü insan-hakları siciline sahip ve kürede en çok ABD yardımı alan Kolombiya.

Heilbrunn’un A teşhiri, sızdırılan belgelerin ifşa ettiği ABD’nin İran’ı hedef alan politikalarına verilen Arap desteği. Rachman da, tıpkı medyanın genelinin yaptığı gibi, bu örneği vurgulayarak cesaret verici bu ifşaatları selamlıyor. Bu tepkiler eğitimli kültür içerisinde demokrasiye olan hor görmenin/saygısızlığın ne kadar derin olduğunu gösteriyor.

Bahsedilmeyen halkın ne düşündüğü ki kolayca ortaya çıkarılabilir. Ağustos’ta Brookings Enstitüsü’nün açıkladığı araştırmaya göre, bazı Araplar (yüzde 10) Washington ve batılı yorumcularla İran’ın tehdit olduğu ile aynı fikirde. Öte yandan, ABD ve İsrail’i temel tehdit olarak algılıyorlar. (yüzde 77 ve yüzde 88)

Arap kamuoyu Washington politikalarını o kadar düşman ki büyük çoğunluk (yüzde 57) İran nükleer silah sahibi olduğunda bile bölgesel güvenliğin artacağını düşünüyor. Buna rağmen (“her şey yolunda, her şey kontrol altında”. (Muaşer’in tanımladığı baskın fantezi). Diktatörler bizi destekliyor. Halkları yok sayılabilir- ta ki zincirlerini kırıncaya kadar, sonra politika yeniden ayarlanmalı.

Diğer belgeler/sızmalar Washington’un saygınlığının/asaletine dair heyecanlı yargılamalara destek verecek şekilde. 2009 Haziran’ında ABD Honduras elçisi Hugo Llorens, “Başkan Manuel ‘Mel’ Zelaya’nın 28 Haziran’da zorla görevden alınması etrafındaki yasal ve hukuki konular” ile ilgili elçilik araştırması hakkında Wahington’u bilgilendiriyor.

Elçilik, “28 Haziran’da yürütmeye/hükümete karşı kanun ve yasa dışı darbe için ordu, anayasa mahkemesi ve meclisin kumpas kurduğu/birlik olduğu/anlaştığı sonucuna varıyor. Takdire şayan, tabii darbe rejimini destekleyerek ve tüm müteakip mezalime izin veren Başkan Obama’nın neredeyse tüm Latin Amerika ve Avrupa ile bozuşmasını saymazsanız.

Belki de en dikkate şayan WikiLeaks ifşası, Truthdig’den dış politika analisti Fred Branfman’ın incelediği Pakistan ile ilgili olan.

Gizli yazışmalar ABD elçiliğinin Washington’un Afganistan ve Pakistan’daki savaşının sadece Amerika-karşıtlığını güçlendirmekle kalmadığını aynı zamanda “Pakistan devletini istikrarsızlaştırma riskini” taşıdığını ve hatta nükleer silahların İslamcı teröristlerin eline geçtiği en büyük kâbus tehdidini doğurduğunu/neden olduğunun farkında olduğunu gösteriyor.

Washington felakete doğru emin adımlarla yürürken, yine de ifşalar/esinler “rahatlatıcı bir duygu yaratmalı… Zira yetkililer görev başında uyuklamıyorlar” (Heilbrunn’un sözleri).

1 comentario: